12 Temmuz 2008 Cumartesi

Müminlerin Asıl Yurdu Cennet



Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.

(Al-i İmran Suresi, 133)


Gerçek Yaşam Bu Dünyadaki Değildir

Pek çok insan, dünya üzerinde eksiksiz ve mükemmel bir yaşamın kurulabileceğini sanır. Gerekli maddi imkanlar elde edildiğinde, bu dünyadaki yaşamın insanı tam olarak tatmin edebileceğini ve mutlu kılabileceğini düşünür. En yaygın kanaate göre insan, maddi bir zenginlik, bu düşünce doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir evlilik, diğer insanlar gözünde saygınlık ve toplum içinde güçlü bir kariyer elde ettiğinde, kusursuz bir hayat kurmuş olur.

Oysa Kuran'da bu tür bir bakış açısı şiddetle yerilmektedir. Aksine, Kuran'da, dünya üzerinde sürdürdüğümüz yaşamın, asla eksiksiz, mükemmel ve sorunsuz olamayacağı bildirilmektedir. Çünkü, özellikle böyle tasarlanmıştır.

"Dünya" kelimesinin kökeni bu konuda çok önemli bir anlam içerir. Kelime, Arapça'daki "deniy" sıfatından türemiştir. "Deniy" ise, alçak, düşük, basit, değersiz gibi anlamlara gelmektedir. Bu durumda "dünya" kelimesi de, bu sıfatlara haiz bir mekan anlamını taşır.

Nitekim Kuran'da, dünya hayatının değersizliği ve önemsizliği sık sık vurgulanır. Dünya hayatını güzel kıldığı düşünülen zenginlik,aile, statü, başarı gibi faktörler, Kuran'a göre geçici ve aldatıcı birer metadan başka bir şey değildirler. Allah bazı ayetlerde dünya hayatı hakkında şunları bildirmektedir:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

Bir başka ayette ise insanın dünya hayatı dolayısıyla nasıl bir aldanışa kapıldığı şöyle açıklanır:

Hayır siz, dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir. (A'la Suresi, 16-17)

Sorun üstteki ayette de bildirilldiği gibi, dünya hayatının ahirete üstün tutulmasıyla başlar. Çünkü bu kişiler, dünya hayatını ahirete üstün tutmakla, Allah'a iman etmeye ve Kuran ayetlerine yüz çevirmiş olmaktadırlar. Kuran'da bu gibi kişiler "Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin bulanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar" (Yunus Suresi, 7) şeklinde tanımlanmakta ve hepsinin sonsuz cehennem azabıyla karşılık bulacakları bildirilmektedir. Elbette, dünya hayatının eksikliği, bu dünyada güzel şeylerin var olmadığı anlamına gelmez. Aksine, Allah dünyayı cenneti hatırlatacak pek çok güzel nimetle doldurmuştur. Fakat bu güzelliklerin yanına cehenneme ait olan eksiklik, çirkinlik ve kusurlar da katılmıştır. Dünyada, imtihan ortamının hikmeti gereği cennet ve cehenneme ait özellikler karışık ve birarada bulunurlar. Bu şekilde müminler hem cennet hem de cehennem hakkında fikir edinir, hem de kendilerini dünyadaki kısa ve geçici yaşama kaptırmak yerine, gerçek, kusursuz, eksiksiz ve sonsuz yaşam olan ahirete yönelirler.Allah'ın kulları için seçip beğendiği yaşam da işte bu ahiret hayatıdır. Ahiret, Kuran'da insanların gerçek ve ebedi yurdu olarak tarif edilir.

Ancak başta da belirttiğimiz gibi pek çok insan dünyada mükemmel bir hayat kurulabileceğini sanır. Dünya hayatına özgü büyük kusur ve eksiklikleri ise, son derece doğal özellikler olarak görür. Örneğin hasta olmak çoğu insana çok doğal gelir. Aynı şekilde yorgunluk, acı, sıkıntı gibi kavramlar da son derece olağan şeyler olarak karşılanır. Oysa dünya hayatına ait tüm eksiklikler Allah tarafından çok büyük hikmetlerle yaratılmıştır. İnsana düşen bu hikmetler üzerinde derin derin düşünmek ve bunlardan kendine öğütler çıkarmaktır. İnsan hiçbir zaman hasta olmayabilir, hiçbir zaman yorulmaz, uyumak, dinlenmek zorunda kalmayabilirdi. Hiçbir şekilde yorgunluk duymayacak bir güç ve enerjiye sahip olabilirdi. Allah dileseydi insanı tüm bu eksikliklerden ve kusurlardan arındırarak yaratabilirdi. Ancak Allah insanı bu şekilde yaratmakla, ona kendi acizliğini ve zayıflığını göstermektedir.

İnsan acizliği ve zaafiyetiyle, dünya hayatının her anında defalarca yüzleşmek zorunda kalır. Öncelikle çok değer verdiği bedeni ona bu durumu sürekli olarak hatırlatır. Her sabah uyandığında şişmiş ve şekli bozulmuş bir yüzle güne başlar. Ağzında hoş olmayan bir tat ve koku, cildinde, saçlarında ve bedeninde rahatsızlık verecek bir kirlilik vardır. Eğer ayrıntılı bir temizlik yapmazsa, insan içine çıkamayacak durumdadır. Üstelik bu temizliği gün içinde sık sık tekrarlaması gerekmektedir. Çünkü üzerinden birkaç saat geçmesi sabah yapılan temizliği yok etmiştir. Birkaç gün ayrıntılı temizlik yapmaması ise insanı çok aciz ve çevresindekileri dahi rahatsız edecek bir duruma sokmaktadır.

İnsan bedeni, taş ya da metal gibi sağlam ve dayanıklı bir maddeden değil, son derece çürük bir malzeme olan etten yapılmıştır. Bu etten oluşan beden, incecik bir deri ile kaplıdır; her an en ufak bir kazada bu deri yırtılabilir. Et de yapısı gereği son derece dayanıksızdır; basit darbelerden etkilenir, bunlar yüzünden şekli bozulur, morarır ve yaralanır. Ve yaşlılıkla birlikte de eski canlılığını yitirmeye, buruşmaya ve pürüzsüz halini kaybetmeye parçalar. Ölümle birlikte ise çürümeye başlar. Toprağa konduktan bir kaç hafta sonra, parçalanır, kurtlanır, bakteriler tarafından yenir ve yok olup toprağa karışır.

Başta belirttiğimiz gibi, tüm bunlar insana aczini göstermek ve dünyanın eksikliğini hatırlatmak için özel olarak yaratılmış kusurlardır. Oysa insan et yerine çok daha sağlam ve temiz bir malzemeden yaratılmış olabilirdi. Acıdan, hastalıktan ve pislikten tamamen uzak olabilirdi. Tüm bunlar aslında, insanın Allah'a karşı ne kadar muhtaç olduğunu ve acizliğini hissettirmek ve dünyanın ne denli "eksik ve kusurlu" bir yer olduğunu göstermek için var edilen, birer yaratılış mucizesidir.

Kişi bu eksikliklere bakarak, hem kendi acizliğini hem de diğer insanların dünya hayatındaki güç ve değerlerinin ne kadar geçici olduğunu anlayabilir. Gözünde büyüttüğü, ilgisini çekmeye, takdirini toplamaya çalıştığı insanlar da kendisi kadar aciz, eksik ve kusurları olan, bakıma muhtaç insanlardır.

Ancak çoğu insan bunları kavrayamaz, var olan büyük eksiklik ve kusurları göremez. İşte bu nedenle de dünya hayatı ile tatmin bulur. Aslında bu son derece büyük bir akılsızlık ve cehaletin sonucudur. Nitekim Kuran'da bu insanların ahlakı "Şu halde sen, Bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir. İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur..." (Necm Suresi, 29-30) şekilde ifade edilmektedir. Ahiretten yana gaflet içinde olup, dünya hayatına tutkuyla bağlanmak ayette de bildirildiği gibi "ilim" sahibi olmamanın bir sonucudur.

Peki o halde bu konuda sahip olmamız gereken "ilim" nedir? "Dünya hayatıyla tatmin olmamak" için üzerine özellikle eğilmemiz gereken ilim, Allah'ın bizlere vaat ettiği cennetin bilgisidir. İnsanın cennetin tarifinin yapıldığı Kuran ayetleri hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olması, bu ayetler üzerinde derin derin düşünmesi bu konuda atılacak en önemli adımdır. Allah Kuran'da İman edenlere "gerçek yurdu" şu şekilde tarif etmektedir:

Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur, bir bilselerdi (Ankebut Suresi, 64)

İşte bu nedenle, ahiret yurdunu, yani cenneti bilmek için ciddi bir çaba gerekmektedir.

Müminlerin Dünyadaki Güzel Yaşamları

Mümin Kuran'da sonsuz bir ecir, sonsuz bir mükafat, sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak çoğunlukla dikkatlerden kaçan önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde, sonsuz güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken ona erişmeye başladığıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği gibi, bu dünyada da Allah'ın lütuf ve ikramıyla nimetlendirilmektedir. Kuran'da, salih amellerde bulunan müminlerin bu dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları haber verilir:

Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)

Ayetin bu müjdesinin, başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde gerçekleştiğini pek çok Kuran ayetinden öğrenmekteyiz. Örneğin, Kuran'da cennetin en yüksek dereceleri, en üstün makamlarıyla müjdelenen Peygamberimizin dünya hayatında Allah tarafından zengin kılındığı, "bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?" (Duha Suresi, 8) ayetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz. Davud'a, Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine bu dünyada büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de birçok ayette bahsedilir.

Hem bir mükafat ve şevk kaynağı, hem de karşılıksız lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir kanunudur. Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti hatırlatacak, onların cennete kavuşma arzusu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin benzerlerini bu dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır.

Bir mümin, onu Yaratan yüce varlığın bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına uymasından, O'nun insanlar için seçip beğendiği dini yaşamasından ve en önemlisi ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşımasından ötürü, dünyadaki yaşamı boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır. Herşeyden önce Rabbinin yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Allah "...elçisi ile müminlerin üzerine güven duygusu ve huzur..." (Tevbe Suresi, 26) indirmiştir. Bu, müminlerin her namazda, her salih amelde, Allah rızası için yapılan küçük büyük her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını bilmelerinden doğan bir huzurdur. Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen ordularla ve meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri" olduğunu ve bunların kendilerini "...Allah'ın emriyle gözetip-korumakta..." (Rad Suresi, 11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede galip gelecek olanların, cennetle müjdelenmiş olanların hep kendileri olduklarını bilmelerinden kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın meleklere, "...iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal Suresi, 12) vahyi doğrultusunda, asla korkuya ve heyecana kapılmazlar.

Müminler, "...bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan..." (Fussilet Suresi, 30) insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin'." (Fussilet Suresi, 30) derler. Müminler Allah'ın "...kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyeceğini" (Araf Suresi, 42) bilmişlerdir. Kadere ve herşeyi yapıp edenin Allah olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere "...Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez..." (Tevbe Suresi, 51) ayetince tevekkül ederler. Allah rızasına uyduklarından, "...Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." dediklerinden dolayı da onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır. (Al-i İmran Suresi, 173-174)

Ancak dünya bir deneme süresi olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir. Belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilir. Bakara Suresi, 214. ayette belirtildiği şekilde fakirlikle ve zorluklarla da denemeden geçirilebilir. Ayette bu imtihan şöyle bildirilmiştir:

Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)

Kuşkusuz ki bu zor durum, peygamberin ve yanındaki müminlerin Rablerine olan güçlü imanlarını, Kuran ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle etkilememiştir. Zaten Allah, ayetin sonunda yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta, "Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır" (Zümer Suresi, 61).

Mümin zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı, olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbirşey kaybetmez. Bu sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz yönde etkilemez. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını Allah katında alacağını bildiğinden şevki ve heyecanı daha da artar.

Bu durum inkar edenler için tam tersi yöndedir. Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, dünya hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker. Korku, üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir başlangıcını oluştururlar. Allah, saptırdığı bu insanların "...göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı" kılar ve "iman etmeyenlerin üzerine böyle pislik çökertir..." (En'am Suresi, 125).

Allah, Kendisi'nden içi titreyerek korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı bağışlanma dileyip, tevbe eden salih müminleri ise, dünya hayatlarında da en güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirmiştir. Hud Suresi'nin 3. ayetinde şu şekilde bildirilir:

Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)

Burada bildirildiği gibi, Allah'tan bağışlanma dilemek, tevbe etmek salih müminlerin vasıflarındandır. Bu davranışlar müminin Rabbi karşısında ne kadar aciz ve zayıf olduğunun farkında olduğunun da bir ifadesidir. Hataları ve eksiklikleri olduğunu ve dünya hayatı boyunca da sürekli hata yapabileceğini bilmekte, bundan dolayı Allah'ın rahmetini dilemektedir. Rableri de ayette bildirildiği gibi onların bu güzel ahlakının karşılığını dünya hayatında vermekte, bu kişileri ölümlerine kadar güzel bir hayatla yaşatmaktadır. Bir başka ayette de müminlerin dünya hayatı şöyle tarif edilir:

Allah'tan sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)

Dünya hayatının tüm güzellikleri, ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde değerini tamamen yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse, bunun sadece sonsuz ahiret hayatı olması gerekmektedir. Zaten bunu hedefleyen müminlere Allah, dünya hayatlarında da nimetlerini artırmaktadır.

Müminler dualarında, ahiretle birlikte dünya hayatının nimetlerini ve iyiliklerini de Rablerinden isterler. İman edenlerin bu duaları Bakara Suresi'nde şu şekilde bildirilir:

(Hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.

Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir. (Bakara Suresi, 200-202)

Kuran'da Allah'a gönülden iman eden, ihlas sahibi kulların bu dünyaya mirasçı kıldığı bildirilmektedir. Aynı vaadin kıyamete kadar gelecek ve Rabbine hiçbir şeyi ortak koşmayan ihlaslı müminler için de geçerli olduğu, Nur Suresi'nin 55. ayetinden anlamaktayız. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır ve gerçekleşecektir. :

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Müjde

Bir önceki bölümde, Allah'a gönülden teslim olmuş ihlaslı müminlerin daha cennete girmeden önce, bu dünyada Allah'ın nimetlerine ve güzelliklerine kavuştuklarından bahsetmiştik. Bu güzelliklerin en önemlilerinden birisi müminlerin "müjdelenmeleridir". Kuran'ın birçok ayetinde Allah'ın cenneti vaat etmesinden ve müminleri bununla müjdelemesinden bahsedilmektedir. Bu müjdeleme bir ayette şöyle ifade edilmiştir:

Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler.
(Tevbe Suresi, 21)

Bir başka ayette ise müminler için şöyle denmektedir:

Müjde dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Yunus Suresi, 64)

Allah'ın kendilerini çeşitli vesilelerle cennetle müjdelediğini, yapmakta oldukları salih amellerin Allah katında geçerli olduğunu, bekledikleri güzelliğin ise pek yakın olduğunu gören müminlerin kalplerini büyük bir ferahlık kaplar.

Kuran'da müminlerin melekler vasıtasıyla da müjdelenecekleri bildirilmektedir. Allah'a samimi bir kalple iman edip, O'na hiçbirşeyi şirk koşmayan, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir ve tavsiyelerine titizlikle uyan ve Kuran ahlakını yaşamak için gayret eden salih kullar böyle bir müjdeyi umut edebilirler. Şüphesiz ki bu müjde, cenneti şiddetle arzulayan bir mümin için tarifsiz bir sevinçtir. Bu durum Kuran'da şöyle anlatılır:

Şüphesiz "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin."

Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir." "Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak." (Fussilet Suresi, 30-32)

Allah resullere de müminleri müjdeleme görevi vermiştir. Allah Ahzap Suresi'nin 47. ayetinde elçisine müminlere Allah'tan büyük bir fazl olduğunu müjdelemesini, Yasin Suresi 11. ayette de Kuran'a uyan ve gayb ile Rahman'a karşı içi titreyerek korkan kimseleri bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdelemesiniemretmektedir. Zümer Suresi, 17. ayette ise tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler için bir müjde olduğu duyurulmaktadır. Allah Yunus Suresi'nin, 2. ayetinde ise elçisine "...İman edenlere Rableri katında gerçek bir makam olduğunu müjde ver" diye vahyettiğinden bahsedilmektedir. Cennetle müjdelenen müminlerin ayetlerde belirtilen ortak özelliklerine baktığımızda, bunların Allah'a karşı son derece samimi, acizliklerinin bilincinde, Kuran'a ve elçiye itaat eden, Allah'tan korkan ihlaslı kimseler olduklarını görmekteyiz. Allah'ın rahmet ederek cennetine sokacağı ve oraya yakışacak kimselerin de zaten bu özelliklere sahip olmaları gayet doğaldır.


Allah'ın Vaadi

Allah, huzuruna mümin olarak gelecekler için içlerinde ebedi olarak kalacakları cenneti vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini bilirler. Bir ayette şöyle geçer:

Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 61)

Allah'ın kendilerine cenneti vaat etmiş olması, müminleri tarifsiz bir sevinç ve coşkuya sürükler. Onlar, Allah'tan daha çok sözüne sadık kimse olmadığını, O'nun salih kulları için cenneti istediğini ve onları buraya mirasçı kıldığını bilmektedirler. Allah'ın cenneti vaat etmesiyle ilgili bir başka ayet şöyledir:

Şimdi kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulan kişi gibi midir? (Kasas Suresi, 61)

Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın bir vaadde bulunması, buna kavuşmak için kesinlikle yeterlidir. Allah kimlere cenneti vaat etmişse, bunlar Allah'ın izniyle sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Müminler de cennete girdiklerinde bu durumu ikrar edecek ve Allah'a şöyle şükredeceklerdir:

Dediler ki: Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellere bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)

Dünya hayatında çeşitli kereler müjdelenmiş ve Allah tarafından cennet vaat edilmiş müminler, yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır. En sonunda o beklenen an gelir. Bir müminin hayatı boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği ve layık olabilmek için vargücüyle çalıştığı yer, "kalınacak yerlerin en hayırlısı" ve "Allah katındaki asıl varılacak güzel yer"dir cennet. Müminler için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Müminlerin cennete girişleriyle ilgili bir ayet bu eşsiz manzarayı şöyle tarif eder:

Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad Suresi, 23-24)

Onlar cennette "esenlik dileği ve selamla" (Furkan Suresi, 75) karşılanacak ve "Oraya esenlikle ve güvenlikle" gireceklerdir. (Hicr Suresi, 46) Yapılacak tek şey kalmıştır: Sadece müminler için hazırlanmış ve türlü nimetlerle donatılmış bu sonsuz yurdun güzelliklerini keşfetmek.