23 Kasım 2008 Pazar

Evliyâullâh’a edepsizlik edenin fecî âkıbeti






Üç arkadaş olan Ebû Saîd Abdullah b. Ebi Asrûn, İbn-üs-Sakkâ ve Seyyid Abdülkâdir Geylânî, ilim tahsili niyetiyle Bağdat’a gelmişlerdi. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri o zamanlar çok gençti. Onların Bağdat’a geldiği sıralar Yûsuf Hemedânî hazretleri de, Nizâmiye Medresesinde etkili vaâzlar ediyordu. İnsanlar dört bir yandan onun duasını almaya gelirler, sohbet meclisleri hınca hınç dolardı. Herkes ondan övgüyle ve hayranlıkla söz ederdi. Yusuf Hemedânî hazretleri; Abdul Hâlık Gucdüvanî gibi, Hoca Ahmed Yesevî gibi halifeler yetiştirmiş olan büyük bir mutasavvıf idi.
Bağdata gelen bu üç arkadaş, büyük mutasavvıf Yusuf-u Hemedânî hazretlerini ziyaret etmeye karar verdiler. Tabi hepsinin ziyaret etme niyetleri farklıydı. Yolda giderken İbn-üs-Sakkâ ilminin verdiği kibirle: “Yusuf-u Hemedani’ye öyle bir soru soracağım ki, asla cevabını veremeyecek.” Dedi. Ebu Said Abdullah’da: “Ben de bir soru soracağım. Bakalım nasıl cevap verecek?” dedi. O zaman henüz genç yaşında olan Abdülkâdir Geylâni ise: “O zatı denemek kastıyla soru sormaktan Allah’a sığınırım. Benim niyetim, Onu görüp şereflenmek, meclisinde bulunup bereketinden istifade etmektir.” dedi. Yusuf-u Hemedânî hazretlerinin bulunduğu yere vardıklarında, Hazret orada olmadığı için beklediler. Yusuf-u Hemedânî bir saat kadar sonra geldi ve içeri girer girmez İbn-üs-Sakkâ’ya bakıp hiddetle: “Ey İbnü’s-Sekka! Yazıklar olsun sana! Demek Bana bir soru soracaksın, Bende cevabını bilemeyeceğim öylemi? Senin soracağın soru şudur, cevabı da budur.” buyurduktan sonra: “Sende küfür ateşinin parladığını görüyorum” dedi.
Sonra Ebu Said Abdullah’a dönerek: “Ey Abdullah! Bir sual soracaksın ve nasıl cevaplayacağıma bakacaksın öylemi? Soracağın sual şudur, cevabı da budur. Fakat edebe riayet etmediğin için, dünya malına boğulacaksın. Parayla pulla uğraşmaktan maneviyatına vakit ayıramayacaksın.” buyurdu. Sonra Abdülkâdir Geylâni’ye döndü. Ona ikramda bulundu ve yanına alarak dedi ki:
“Ey Abdülkâdir! Edepli tavrınla Allah’ı ve Resulünü hoşnut ettin. Ben şu anda senin Bağdat’ta bir kürsü üzerinde büyük bir topluluğa hitap ettiğini: ‘Benim ayağım, bütün evliyânın boyunları üzerindedir’ dediğini, bu sözün üzerine de cümle evliyanın boyunlarını sana doğru saygıyla uzattığını görür gibiyim.” buyurdu. Sonra birden gözden kayboldu. Kendisini bir daha hiç göremediler.
Aradan uzun yıllar geçti. Abdülkâdir Geylâni’de Mevla Tealaya yakınlık alametleri belirmeye başladı. Zamanındaki evliyanın piri, ariflerin baş tacı oldu. Meclis kurup vaazlar etti. Onun heybeti ve büyüklüğü mecliste bulunanları öylesine kaplardı ki, onu dinlerken değil öksürmek, kimse adeta nefes almazdı. Açık havada verdiği vaazlarını dinlemek için yetmiş bin kişinin Bağdat’a geldiği ve bir keramet eseri olarak, kürsünün en önünde bulunan kimse sesini ne kadar işitiyorsa, en geride bulunan kimse dahi öyle işitirdi. Abdülkâdir Geylânî hazretleri şayet kürsü üzerinde ayağa kalksa, Onun azametinden cemaat dahi ayağa kalkardı. Şayet cemaate: “Susun!” dese, kimse konuşmaya muktedir olamazdı. O konuşurken ortalığı bir nur ve feyiz kaplardı.
Bir Cuma günü Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri yine çok kalabalık bir cemaate vaaz ediyordu. Nice âlimler, abidler ve bilginler Onun dilinden dökülen marifet sırlarını can kulağıyla dinliyorlardı. Birden Fahri Kâinat Efendimiz, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî’nin kalbine tecelli edip: “Ey Abdülkâdir! Benim ayağım bütün velilerin boynu üstündedir, de!” Buyurdular.
Hazreti Şeyh bunu orada bulunanlara söyledi. Orada bulunan bütün cemaat: “Senin ayağın başımız ve boynumuz üzerinedir” dediler. O sırada Ümmü Ubeyde kasabasında bulunan Rufaî Pîri Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri de mübarek başlarını toprağa koyup “Alâ rakabetî” buyurdu ve yanında bulunanlara “Bu saatte Bağdat’ta bulunan Seyyid Abdülkâdir gavsiyetini ilan etti” dedi. Bunun üzerine bütün orada bulunanlar da boyun eğdiler.
Hayat b. Kays bu konuyla alakalı olarak derki: “Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri bu sözü söyledikten sonra bütün velilerin kalplerindeki nur artmış, ilimlerine bereket, hallerinde güzelleşmeler görülmüştü. Ve o esnada hepsi boyunlarını Abdülkâdir-i Geylânî’nin ayağına doğru uzatmıştı.” Böylece Yusuf Hemedani hazretlerinin seneler önce haber verdiği hâl, Onun hakkında zuhur etmişti.
İbn-üs-Sakka ise, şeri ilimlerle meşgul oldu. İlminde derinlik kazandı ve münazaralar yaparak çok kimseye üstünlük kazandı ve bu haliyle meşhur oldu. Konuşma üslûbu ve hitâbeti çok güzeldi. Şöhreti zamanın halifesine ulaşınca, halife onu yanına aldı ve elçi olarak Bizans’a gönderdi. Hıristiyanlar orada buna çok ilgi gösterdiler. Özellikle Bizans imparatoru ona çok ikram ve lütufta bulundu. Onun pek çok ilimlere sahip olduğunu ve üstün konuşma kabiliyetini görünce, tüm keşiş ve papazları toplayıp İbnü’s-Saka ile münazara ettirdi. Tabi İbn’s-Saka, ilmi ve hitabetiyle onların hepsini susturdu. Böylece şöhreti de iyice arttı, gurur kibir ve fitnesi de…
Orada kendisine gösterilen aşırı ilgi sebebiyle İbnü’s-Saka da onlara karşı bir sevgi duymaya başladı. Onlarla oturup onlarla kalkar oldu. İyice içli dışlı olunca, bir gün İmparatorun kızını gördü ve ona âşık oldu. Onunla evlenmek istediğinde, İmparator; şayet Hıristiyanlığı kabul ederse kızını ona verebileceğini, söyledi. Oda Hıristiyan olup kızla evlendi. Ve gün geldi, hastalanıp ölüm döşeğine uzandı. Ona sordular: “Sen Kur’an’ın hepsini hıfzetmiş ve hafız olmuştun. Şu anda ezberinde olan bir ayet var mı?” Şöyle dedi: “İnkâr edenler, zaman zaman ‘keşke bizde Müslüman olsaydık’ diye arzu ederler” (Hicr:2) ayetinden başka ezberimde hiçbir ayet yok.
Ona bu soruyu soran tanıdığı diyor ki: “O can vermek üzereyken ben onun yüzünü kıbleye doğru çevirdim, ama o başka yöne döndü. Ben tekrar kıbleye döndürdüm, ama o tekrar başka tarafa çevirdi ve böylece öldü.” O başına gelen bu durumun nerden geldiğini çok iyi bilir ve “Başıma gelenler O Gavsın yüzündendir” derdi. Yusuf Hemedani’ye gelen üçüncü şahıs Ebû Saîd Abdullah b. Ebû Asrûn ise diyor ki: “Ben Şam’a geldim. O zamanın sultanı Salih Nureddin Şehid beni yanına aldı. Vakıf işlerini zorla bana verdi ve onu yönetmemi istedi. Vakıf işleriyle, parayla, malla uğraşa uğraşa o kadar dünya işlerine battım ki, kulak memelerime kadar dünyalık beni sardı. Bu yüzden ibadetlerimi dahi aksatır hale geldim. Netice itibarıyla, Yusuf-u Hemedânî hazretlerinin seneler önce her üçümüz hakkında söyledikleri sözler aynıyla vaki oldu.”
Bu olaydan ibret alınmalıdır. Allah-ü Teâlâ’nın dostlarını inkâr etmeye, küçük düşürmeye onlara karşı edepsizlik etmeye cüret edenler, neûzü billâh İbn-üs-Sakkâ’nın durumuna düşmekten çok korkmalıdırlar. Rabbim böyle bir belâdan cümlemizi muhafaza buyursun.

0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Arşivi