25 Kasım 2008 Salı

İslâm Hukûkuna Göre LEASING







Leasing sistemi her ne kadar başlangıç itibarıyla kiralama olsa da, sonuç olarak murâbahadan pek farklı bir şey değildir. Durum böyle olunca kişiyi, murâbaha sistemini bırakıp da leasing sistemine iten unsurun, elde edilen bazı avantajlar olduğunu müşâhede ettik.


Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd, O’nun peygamberi Muhammed (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e, Âl ve Ashabına selam olsun. Geçen ayki fıkıh köşemizde faizli bankalara alternatif mahiyetinde olan finans kurumlarının kredi verme ve yatırılan fonlara kâr payı verme meselelerini ele alıp, İslam hukûku açısından değerlendirilmesini gücümüz nispetince yapmıştık. Bu ayki köşemizde ise, yine bankacılık işlemlerinden olan ve sıkça sorulan leasing meselesinin İslâm hukûku açısından değerlendirilmesine Rabbimizin izniyle gayret edeceğiz.
Leasing; herhangi bir malın mülkiyetini devralmadan, sadece kullanım hakkını belli bir süre için elde etme işlemine denir. Daha geniş bir ifadeyle, bir malın mülkiyeti finansal kirâlama şirketinde bulunuyorken, önceden belirlenen kiralar karşılığında, kullanım hakkının kiracıya verilmesini temin eden ve sözleşme süresinin sonunda sembolik bir bedelle mülkiyetin kiracıya geçmesini sağlayan bir finansman aracıdır.
İlk olarak leasing terimi 1840’lı yıllarda İngiltere’de demir yolları vagonlarının kiralanmasında kullanılmış, daha sonradan 1952 yılında ABD’de ilk leasing şirketi kurulmuş, 1980’li yıllarda da uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Memleketimizde ise ilk olarak 1986 yılında leasing şirketi kurulmuştur.
Türkçemizde leasing sözcüğünü karşılamak üzere finansal kiralama deyimi kullanılmakta, buna göre leasing verene “Kiralayan”, leasing alana da “Kiracı” denilmektedir. Günümüzde leasing sisteminin uygulanması şu şekildedir: Kişi gereksinim duyduğu makine, ekipman veya diğer malları maddî durumu olmadığından veya peşin para bağlamak istemediği için, kendi olanakları ile satın almak yerine, leasing şirketine satın aldırır, bu şekilde kişi satın aldırdığı mallara ilişkin finansman sağlamış olur. Kiralanan malın kullanma hakkı belirli bir kira karşılığında, belirli bir süre için kiracıya bırakılmaktadır. Bu malların mülkiyeti leasing şirketine ait olup, sözleşme süresi boyunca kullanım hakkı kiracıya aittir. Kiracı leasing ile almış olduğu malı kullanır, kullanım süresi boyunca gerekli bakım ve onarımları yaptırarak, mal bedelini nakit akışına uygun taksitler halinde leasing şirketine öder. Sözleşme süresi sonunda ise tarafların iradesiyle malın mülkiyeti sembolik bir bedelle kiralayana geçer.
Leasing meselesinin mahiyeti hakkında bilgi edinirken bir mesele dikkati nazarımı çekti ki, bu da şudur: Bir kişinin , kendisine lazım olan her hangi bir malı, geçen ayki köşemizde de ifade ettiğimiz gibi finans kurumundan murâbaha1 sistemiyle elde etmesi mümkündür. Bununla beraber leasing sistemiyle de elde edebilir. Leasing sistemi her ne kadar başlangıç itibarıyla kiralama olsa da, sonuç olarak murâbahadan pek farklı bir şey değildir. Durum böyle olunca kişiyi, murâbaha sistemini bırakıp da leasing sistemine iten unsur nedir? Konuyu biraz daha dikkatli olarak irdelediğimizde, kişinin murâbaha sistemini bırakıp da leasing sistemine gitmesinde bazı avantajlarının olduğunu müşâhede ettik.
Bunlar da: murâbaha sistemine nisbetle leasing sisteminin vâdesinin daha uzun olması, Leasing yoluyla kiralanan makine veya ekipmanların satın alma KDV oranının, satın alınan malın cinsine göre yüzde 18 yerine yüzde 8 veya yüzde 1 olarak düşük olması, Leasing sözleşmeleri ve bu sözleşmeler için alınan teminatların her türlü vergi ve harçtan muaf olması, kişinin bankalardaki kredi limitlerini kullanmamış olması gibi kârlı bir takım şeylerdir.
Buraya kadarki ifadelerimiz leasing sisteminin İslam fıkhı açısından değerlendirilmesi hakkında olmayıp bilakis bu sistemin tanımı, tarihçesi, bir de oluşumu hakkında olmuştur. Konumuzun İslam Hukuku açısından değerlendirilmesine gelince: Bu konu 25-29 Eylül 1996 tarihinde “İslam Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri” adıyla Konya’da yapılan uluslararası kongrede ele alınmış ve katılımcıların müzâkereleri neticesinde bunun caiz olduğu hükmünün benimsenmiş olduğu kayıtlara geçmiştir. Ancak biz bu kongrenin detaylarına vakıf olamadığımızdan, gücümüz nispetince konunun İslam Hukûku açısından değerlendirilmesine Rabbimizin izniyle gayret edeceğiz.
Leasing sistemi ilk bakışta her ne kadar İslâm fıkhı açısından yeni bir mesele gibi algılansa da, leasing’in hukuksal tanımına baktığımızda bunun İslam fıkhında “icâre” olarak ifade edilen kiralama sisteminden farklı bir şey olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı İslam hukuku açısından (icâre) kiralama sisteminin değerlendirilmesi, aynı zamanda leasing sisteminin de değerlendirilmesi olacaktır.
Zira leasing sistemi, sonu mülkiyetle nihayetlenen (biten) kiralama işleminden farklı bir şey değildir. Leasing kelimesinin güncel Arapça karşılığına baktığımızda, bu da “ Mülk olarak verilme sözüyle sonuçlanan kiralama” anlamına gelmektedir ki bu da, yukarıda ifade ettiğimiz hükmü teyit etmektedir.
İslam fıkhında kiralama tâbiri; hem insanın kiralanmasında, yani belli bir ücret karşılığında çalıştırılmasında, hem de bir malın kiralanmasında kullanılır. Ancak leasing meselesi, ikinci kullanım olarak ifade ettiğimiz malın kiralanmasıyla alâkâlı olduğu için, birinci kullanım olarak ifade ettiğimiz insanın kiralanması meselesine bu köşemizde değinmeyeceğiz.
İslam hukukunda malın kiralanması: Tayin edilmiş (belirlenmiş) bir menfaati belli bir bedel karşılığında değişmek, başka bir ifadeyle, malın menfaatinin bedel karşılığında mülk olarak verilmesi2, daha açık bir ifadeyle herhangi bir eşyanın kullanım hakkını belli bir bedel karşılığında bir başkasına muayyen (belirli) bir zamana kadar devretmek diye tarif edilmiştir3.
Kira akdinin tıpkı diğer akitlerde olduğu gibi hukûken geçerli olabilmesi, akdi oluşturan tarafların akdi kurma ehliyetine sahip olmalarına, hangi konuda ve hangi süreyle ne gibi bir bedelle anlaştıklarını da açık bir şekilde beyan etmelerine bağlıdır4. Zira İslâm Hukukçuları akitlerin kurulunda, ileride doğabilecek ihtilafların oluşmaması için birçok ayrıntının tek tek belirlenmesini gerekli kılmışlardır. Hatta Hanefî Fukahâsı akdin oluşumu esnasında potansiyel olarak nizâya (tartışmaya) götürecek bir meçhûliyeti (belirsizliliği), o akdi fâsit kılan bir unsur olarak kabul etmişlerdir5.
Bu itibarla kira akdi herhangi bir malın kullanımı üzerine olduğunda, kira müddetinin ve kiralanan malın kullanım şeklinin belirtilmesi gerektiği gibi, kiraya verilen malın kullanımının, yani menfaatinden istifadesinin dinen de mübah olması gerekmektedir. Bu kiralamada, kira bedelinin miktarının ve vasfının (ytl-euro-dolar gibi) hiçbir şekilde tartışmaya meydan vermeyecek tarzda, akdi yapan taraflarca akit esnasında açıklanması da şarttır.
Yukarıdaki şartlara ilâve olarak, bir de kiralanan malın aynı, yani bizzat kendisi tüketilmeden menfaatinden istifade edilebilmesi gerekmektedir. Bu itibarla tüketim konusu olan hammadde gibi malların kiralanması mümkün değildir. Yani leasing sisteminin bu gibi tüketim mallarında icra edilmesi dînen câiz değildir.
Leasing sisteminin İslâm fıkhında “icâre” olarak ifade edilen kiralama sisteminden farklı bir şey olmadığını yukarıda ifade etmiştik. Dolayısıyla yukarıda bahsi geçen kiralama şartlarına riayet edilerek yapılan leasing işleminde dinen bir mahzur yoktur. Ancak leasing sistemi her ne kadar kiralama sistemi olsa da, sözleşme müddetinin bitmesiyle mülkiyete intikal eder. Yani kişi, kendisine lazım olan her hangi bir malı kendisine muayyen bir zamana kadar kiraya vermesi için finans kurumuna satın aldırır. Kira sözleşmesinin nihâyete ermesiyle de sembolik bir bedelle kiraladığı malı finans kurumundan satın alır. Bu işlemlerin akit esnasında şart koşulmadan yapılmasında dînen herhangi bir problem olmaz. Ancak taraflardan herhangi biri, kiralama akdinin oluşumu esnasında kiralanan malın, sözleşme bitiminde sembolik bir bedelle kiracının mülkiyetine verilmesini şart koşarsa, işte bu Hanefî fıkhına göre kiralama akdini fâsit eder. Zira Hanefî Mezhebine göre; akit esnasında akdin gerektirmediği ve akde uygun olmayan bir şart ileri sürülecek olursa bakılır; eğer bu şart, akdi yapan taraflardan herhangi birine menfaat sağlıyorsa, bu şartın akit esnasında konuşulması, akdi fasit yapar (bozar)6.
Meselemizde iki işlem vardır. Birinci olarak finans kurumunun satın aldığı malın kiraya verilmesi, ikinci olarak da bu kiralama sözleşmesinin bitmesiyle kiracının, kiraladığı malı satın almasıdır. Bu işlemlerin birinci adımı olan kiralama işlemi esnasında, ikinci adım olan satış işlemi şart koşulacak olursa, birinci işlem olan kiralama işlemi Hanefi mezhebine göre fasit olur.
Burada yapılması gereken, meselemizin birinci adımı olan kiralama işleminde, ikinci adım olan, satış işlemi şart olarak değil de, sadece vaatleşme (sözleşme) olarak konuşulmalıdır. Zira Hanefî hukukçularına göre söz, şart olarak değerlendirilmez.
Kişinin, leasing işleminde dikkat etmesi gereken bir unsur da, leasing yoluyla kullanmakta olduğu malın mülkiyeti daha kendisine geçmeden, yani kira sözleşmesinin bitiminde, kiralamış olduğu malı, satın alma işlemi ile şahsî mülkiyetine geçirmeden başkasına satmak gibi mülkiyeti gerektiren tasarruflar yapmamasıdır.
Finans kurumlarında vazifeli olan personellerin şahsî insiyatifleri olduğu gibi, finansman ihtiyacı için bu kurumlara başvuranların teklifleri doğrultusunda farklı işlemlerin yapıldığı da bir gerçektir. Durum böyle olunca, “Finans kurumlarının her türlü finansman işlemleri mutlak olarak fıkhen câizdir” demek mümkün değildir. Bundan dolayı dînî hassasiyetleri ön planda olan kişilerin, finans kurumlarıyla yapmak istedikleri finansman işlemlerinin detayını, bu işi bilen ilim adamlarıyla görüşmelerini ve bu konuda fetva sormalarını şiddetle tavsiye ediyoruz.
Rabbimiz cümlemizin işlerini, rızasına muhalif olmaktan uzak tutup, maîşetimizi helâl yoldan elde edebilmeyi hepimize nasip eylesin.
Selâm ve muhabbetlerimle...



DİPNOTLAR
1 - Murâbaha: Bir şahsın, elinde bulunan malını, kendisine mâl olduğu fiyatı söyledikten sonra belli bir oranda kâr koyarak bir başkasına satmasıdır.. Mesela bir tüccarın: “Bu malın bana maliyeti bin liradır, sana bin yirmi liraya satarım” demesi, müşterinin de bunu kabul etmesi bir murâbaha alış verişidir. (El-Muhîtu’l-Burhânî c:7 s:39,Tuhfetü’l Fukaha c:2 s:105 , Ali Haydar Efendi, Mecelle Şerhi, madde 123, İslam Hukuku Elmalı M.Hamdi Yazır c:3 s:458)
2 - Düreru’l-Hükkâm fi şerh-i Ğureri’l-Ahkâm, c:2 s:225-226
3 - Feth’u bâbi’l-inâye, c:2 s:421
4 - Bedâi’u’s-sanâi’, c:5 s:524
5 - El-Hidâye, c:2 s.12
6 - El-İhtiyâr, c:2 s:25

0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Arşivi