25 Kasım 2008 Salı

Resûlüllah Nerede?




Nice kahramanlık destanlarının yazıldığı, pek çok fedâkarlık ve sadâkat tablosuna şahid olunan Uhud’da, harbin gidişatına aldanan okçuların Efendimiz (Sallalâhü Aleyhi ve Sellem)’in emirleri dışına çıkması ve mevzilerini terk etmesi sebebiyle müthiş bir karışıklık oldu. Müşrik ordusu arkadan dolanarak İslam ordusunu gafil avladı. Birçok şehit verilirken, Peygamber Efendimiz’in mübarek başı yaralandı, dişi şehid oldu. Mübarek vücuduna giymiş olduğu zırhı parçalanıp halkaları vücuduna saplandı. Uhud Savaşı’nın böylesine en zorlu ve çetin anlarında, bir de Müslümanların moralini bozmak ve dirençlerini zayıflatmak için, Peygamber Efendimiz’in vefat ettiğine dair bir şâyia yayıldı.

Bu asılsız haber, kızgın bir çöl fırtınası gibi bir anda ortalığı kasıp kavurarak yıldırım hızıyla Medine’ye kadar ulaştı. Bütün Müslümanlar; yaşlısı, kadını, çocuğu bu acı haber üzerine derin bir üzüntüye boğuldu.
Sümeyra Hatun, Uhud savaşına babasını, kocasını, erkek kardeşini ve iki oğlunu, yani evdeki bütün erkeklerin hepsini göndermişti. Ve onlara şu tembihde bulunmuştu: “Eğer Nebiler Nebisi’ne birşey olur da, siz geriye sağ dönerseniz, hiç birinizin yüzüne bakmam!”
Şimdi Uhud’dan gelen bu netâmeli haber onu derinden yaralamıştı. Peygamber Efendimiz hakkında doğru ve sağlam bilgi alabilmek için hanım sahâbîlerden bir gurupla derhal Uhud’a koştu.
Uhud’a vardığında Sümeyra Hatunu gören sahabe-i kiramdan biri üzüntüyle ona: “İşte çocukların burada şehit oldu” diyerek, onu teselli etmek istedi. Ama Sümeyra Hatun buna aldırış etmedi bile, sanki bu sözü hiç duymamıştı.
Dudaklarından feryad edercesine şu sözler döküldü:
- Resûlüllah nerede? Bana O’ndan haber verin! Biraz daha ilerlediğinde bu sefer başka bir sahabi onu görünce, şehid olan babasını gösterdi. O, bunu da umursamaz bir halde yine
- Resûlüllah nerede, Resûlüllah nerede?” diye sormaya devam etti. Biraz daha ilerlediğinde ona kocasının da şehid olduğunu söylediler. Sümyera Hatun’un evindeki bütün erkekler savaş meydanında teker teker şehâdet şerbetini içmişlerdi. Hatta onların, ok ve kılıç darbeleriyle paramparça olmuş cesetlerini gördü. Ashâb-ı Kirâm Sümeyra Hatun’a baş sağlığı diliyorlar, sabır tavsiyesinde bulunup, onu teselli etmeye çalışıyorlardı.
O ise metânetini kaybetmeden, vakarlı bir şekilde arayışına devam ediyor ve ısrarla:
- Resûlüllah nerede! Resûlüllah nerede? diye haykırarak Peygamber Efendimiz’i aramaya devam ediyor ve O’nun sağlığı hakkında bilgi almak istiyordu. Çünkü Peygamber Efendimiz rûhumuzun rûhu, canımızın cânı, manâ âleminin güneşiydi. Hiç güneşsiz bir âlem düşünülebilir miydi?
Ve Sümeyra Hatun’un istediği cevap geldi:
- Merak etme, Allah’a hamd olsun ki O sağdır, iyidir! Sümeyra Hatun’un yüzünde sevinç pırıltıları belirdi, sanki dünyalar onun oldu. Ama iyice emin olmak için Allah Resûlü’nü gözleriyle görmek istiyordu. Ashâb-ı Kirâm ona, Peygamber Efendimiz’in bulunduğu tarafı işaret ettiler ve Sümeyra Hatun derhal o tarafa yöneldi. Süratli bir şekilde oraya gitti. Allah Resûlü’nün sağ olduğunu gözleriyle görünce şükürler etti ve dedi ki:
- Anam-babam sana feda olsun Ya Rasûlallah! Sen hayattasın ya; değil çocuğumun, eşimin, kocamın ölmesi, gökler yarılıp başıma dökülse, yer parçalanıp beni yutsa, başıma hangi musibet gelse artık gam yemem!..”
RESÛLÜLLAH’DAN GELEN SELAM
Peygamber Efendimiz’i gönülden sevenlerden biri, çok büyük bir maddi sıkıntıya dûçar olmuştu. İflas etmiş, bütün malını, mülkünü her şeyini kaybetmişti. Ayrıca gırtlağına kadar da borca girmişti. Çok zengin bir durumda iken, şimdi müflis tüccar durumundaydı. Aslında ödeme vakti gelmiş olan bir kısım borçlarını verebilse, belki yavaş yavaş toparlayıp durumu düzeltebilirdi. Fakat kime müracaat ettiyse geri çevriliyor, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanıyordu.
Çaresizlik içinde kıvranan bu zavallı adamcağız, ne yapacağını ne edeceğini bilemez durumdaydı. Son çare olarak “Efendimiz’in Kabr-i Şerîfini ziyaret edeyim ve O’ndan yardım isteyeyim” diye düşündü. Çünkü gidecek başka kapısı kalmamıştı.
Yola çıktı, Medine’ye gelip Efendimiz’in Kabr-i Şerîfini ziyaret etti. Sonra da Ravzayı Mutahhara’da namaz kılarak bu ağır borç yükünden kurtulabilmek için dua etti. Duasında Peygamber Efendimiz’i de vesile etti. “Ya Rabbi Habibi Edibin Muhammed Mustafa hürmetine bu maddi sıkıntıdan beni kurtar, borçlarımı ödeme imkanı nasip et” diye Allah’a niyazda bulundu. Orada öylece yalvarıp yakararak dua ederken uyuya kaldı. Rüyasında Peygamber Efendimiz’i gördü. O’nun kıymetli huzurlarında bulunuyordu, hürmetle ellerini öptü, durumunu arz etti ve Efendimiz’den yardım istedi.
Peygamber Efendimiz ona:
- Falan yere git. Orada şu adreste, şu isimde zengin bir tüccar var. Ona benim selâmımı söyle, sana yüz altın versin ve sıkıntını hafifletsin, buyurdu.
Bunun üzerine o adam dedi ki:
- Ya Resûlüllah! ben o kimseye selâmınızı iletirim, fakat ya bana inanmazsa, ben bunun doğruluğunu nasıl ispat edeceğim? Efendimiz buyurdu ki:
- O şahıs her gün mutlaka yüz Salavât-ı Şerîfe okurdu. Fakat dün gece salavat okumayı unuttu. Ona hatırlat da bir daha salavat getirmeyi unutmasın.
Adam uykusundan sevinçle uyandı. Ve hemen Efendimiz’in rüyada tarif ettiği yere gidip, o tüccarı aramaya başladı. Sora sora o adamın evini öğrendi ve kapısını çaldı. Bir müddet sonra kapı açıldı, karşısına elinde bir elek olan ve her tarafı saman içinde bir adam çıktı. Meğer aradığı zengin tüccar, kapıyı açan ve üstü başı samana bulaşmış olan bu adammış. Elindeki eleğe gelince, samanlığa yanlışlıkla bir altın düşürmüş ve onu bulmak için bütün samanlığı elekten geçiriyormuş.
Bu hali görünce zavallı adamın ümitleri yıkıldı. Çünkü bir altın için samanlığın altını üstüne getiren bir adam, tanımadığı birine hiç yüz altını kıyıp verebilir mi? Altından ümidini keti ama “bari üzerimde emanet olan Resûlüllah’ın selâmını ileteyim” diye düşünüp durumu anlattı ve dedi ki:
- Rüyamda Resûlüllah’ı gördüm, sana selâm söyledi. Ve ben, maddî yönden çok sıkıntıda olduğum için, bana da yüz altın vermeni emretti.
- Peki senin doğru söylediğini ben nereden bileyim?
- Siz her gece Peygamber Efendimiz’e yüz salavâtı şerife okuyormuşsunuz, ama dün gece unutup okumamışsınız. Salavât getirmeyi bir daha unutmasın, dedi.
Tüccar şöyle bir düşündü, evet Efendimiz’e her gün yüz salavat okuyordu, ama bunu kimse bilmiyordu ve gerçektende dün salavat getirememişti. Samanı elekten geçireceğim diye uğraşırken salavat getirmeyi unutmuştu.
Evet bu adam doğru söylüyordu ve Efendimiz’den gelen selâm onu öylesine mutlu etti ki... Demek âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa (Sallalâhü Aleyhi ve Sellem) kendisine selâm söylemişti, bu ne büyük bir şeref, bu ne büyük bir devletti. Resûlüllah’ın gönderdiği bu selâmı tekrar tekrar duymak istiyordu. Onun için sordu:
- Peygamber Efendimiz ne buyurmuştu?
- Ona benden selâm söyle, sana yüz altın versin buyurdu.
- Pek anlayamadım, Efendimiz tam olarak sana ne buyurdu?
- Ona git ve selâmımı ilet, sana da yüz altın versin buyurdu.
- Resûlüllah bana selâm mı söyledi?
- Evet Resûlüllah sana selâm söyledi. Tüccar tam yedi defa sorup, yedi defa Efendimiz’in kendisine gönderdiği selâmı tekrarlattı. Sonra gözyaşları içinde dedi ki:
- Hakkını helâl et! Resûlüllah’ın bana gönderdiği selâmı tekrar tekrar duymak için böyle sordum. Efendimiz’in her selâmı için sana yüz altın vereceğim. Yedi defa tekrarlattığıma göre, yediyüz altın eder. Şimdi bu altınları al ve gidip borçlarını öde...

0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Arşivi