25 Kasım 2008 Salı

İslâm Hukûkuna Göre Karı - Kocanın Birbirlerine Karşı Hakları





Evlilikte eşlerin birbirlerine karşılıklı sevgi, saygı ve sadâkat borçları olduğu gibi, birbirlerine karşı bu akitten kaynaklanan bir takım hakları da vardır.

Kocanın, karısı üzerinde hakları olduğu gibi, kadının da kocası üzerinde bir takım hakları vardır.


Bizleri yoktan var eden, bilmediklerimizi bildiren Rabbimiz’e hamd eder, ilim ve hikmetin menbaı olan ve hakkında ‘Andolsun ki, sizin için Resûlullah’da bir güzel nûmune-i imtisal vardır’1 , diye buyrulan Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e, ve Allah’ın kelamını yüceltmek için bütün gayretlerini harcayan, Âl ve Ashâbına salât ve selam ederiz.
Mâlum olduğu üzere, erdemli bir toplum elde etmek, erdemli bireyler yetiştirmekten geçer. Zîra düzgün olmayan fertlerden, düzgün toplum elde etmek elbette mümkün değildir. Erdemli bireyler ise sağlam temellere oturtturulmuş, İslâmî ölçüler ışığında kurulan aileler vasıtasıyla oluşur.
Çünkü ahlâk bakımından sağlıklı nesilleri elde etmek, ancak bu nesillerin bir evlilik içinde meydana gelmesi ve anne- babanın müşterek ilgi ve sorumluluğu altında büyütülmesiyle mümkün olmaktadır. Ayrıca toplumsal ahlâkın muhafaza edilmesinde, kadın - erkek ilişkilerinin İslamî ölçülerde bir evlilik zeminine dayanmasının büyük önemi olduğu da bilinmektedir. Bundan dolayı bu ayki köşemizde evlilik müessesesini oluşturan tarafların yani karı - kocanın birbirlerine karşı olan haklarını, İslam hukuku açısından gücümüz nispetince inceleyeceğiz. Şüphesiz ki muvaffakiyet Mevla’dandır.
Karı - kocadan her birine, birbirlerinden İslamî ölçüde menfaatleşme hakkı veren, birlikte yaşamayı serbest eden ve karşılıklı hak ve ödevler yükleyen sözleşmeye; evlenme (nikâh) akdi denir.2 Evlilikte eşlerin birbirlerine karşılıklı sevgi, saygı ve sadakat borçları olduğu gibi birbirlerine karşı bu akitten kaynaklanan bir takım hakları da vardır.
Araştırmamızı, kadının, kocası üzerindeki hakları; kocanın, karısı üzerindeki hakları ve bunların birbirleri üzerinde olan müşterek hakları olarak üç başlıkta ele alacağız. Ancak bu ayki köşemizde bu başlıkların birincisi olan kadının kocası üzerindeki haklarını ele alacağız. Diğer iki başlığı ise önümüzdeki sayılarda yazmaya gayret edeceğiz.

Kadının, Kocası Üzerindeki Hakları
Dinimiz evlenmeyi teşvik etmiş, evlenmenin kolaylaştırılması, nişan, nikâh ve düğün törenlerinde gösteriş ve israftan kaçınılmasını tavsiye etmiş, âyet ve hadislerle de karı - kocanın birbirlerine karşı hak ve sorumluluklarını belirtmiştir. Tarafların birbirlerine karşı birçok sorumlulukları vardır. Ancak köşemizin sınırlı olmasından dolayı bu sorumlulukların önemli ve devamlı bir şekilde soru olarak karşımıza çıkanlarına değineceğiz. Kadının, kocası üzerindeki haklarının başında mehir gelmektedir.

a- Mehir:
Bir kadının nikâh akdiyle hak ettiği mala mehir denir. Koca üzerine mehir’in vacip olması hem “Kur’an” hem “sünnet” hem de “icma” ile sâbit olmuştur. 3 Fıkıh kitaplarımızda Mehre, “sadak”, “sıdak”, “saduka”, “nihle”, “fariza” tabirleri de kullanılmaktadır. Mehir, nikâh akdinin ne şartı, ne de rüknüdür, tabii olan sonuçlarından biridir. Bundan dolayı nikâh kıyıldığı sırada mehrin miktarı belirtilmese veya mehir konu edilmese, hatta mehir vermemek veya mehir almamak gibi ifadeler söylense bile, bu gibi sözlerin akde tesiri olmadığı gibi evlenen kadın mehre yine de hak kazanır. Yani mehrin belirlenmemiş olması evlenmenin geçerliliğine halel getirmez.4 Mehir, İslâm hukukuna göre evlenecek kızın ailesine değil, doğrudan kendisine verilir veya kendisine borçlanılır. Nasıl ki kadın kendi şahsî mallarında dilediği gibi tasarrufa sahipse, kendisine verilen mehirde de aynı derecede tasarrufa sahiptir. Hanefî mezhebine göre, mehir olarak almış olduğu bu miktar karşılığında çeyiz hazırlamak zorunda da değildir. Evlilik esnasında kadına verilen mehrin, kadının satım bedeli olarak düşünülmesi de mümkün değildir. Zira kişi, hem satılan bir nesne, hem de bu nesnenin bedelini alan kimse olamaz. Ancak bu mehri evlenen kızın kendisi değil de babası veya velîlerinden herhangi biri “başlık parası”, “süt hakkı”, “anne hakkı” gibi tabirlerle alacak olursa bu bir nevi kızlarını bedel mukabilinde satma olacaktır ki, bu da İslâm’a göre haramdır.5 Mehir, evlenen kadının şahsî hakkı olduğundan dolayı, tasarrufa ehil olması durumunda, dilediği gibi tasarruf edebilir demiştik. Dolayısıyla bu hakkını dilerse, aldıktan sonra, dilerse almadan, kocasına verebildiği gibi; aldıktan sonra da anasına, babasına, diğer akrabalarına veyahut da her hangi bir arkadaşına verebilir. Ancak bu tasarruf, hiçbir baskı altında olmaksızın kendi hür iradesiyle olmalıdır.
Mehrin meşrûiyeti hakkında birçok hikmetler söylenmiştir, bunların en belirgin olanı, kadına belli bir mâlî güç kazandırmaktır. Bahusus kocanın sahip olduğu tek taraflı irade beyanıyla boşama yetkisini kötüye kullanması durumunda kadın böyle mâlî bir imkâna fazlasıyla ihtiyaç duyacaktır. Boşanma hakkının kötüye kullanıldığı bölgelerde mehir miktarı yüksek tutularak bu suistimale belirli ölçüde engel olunacağı da, mehirin kadına ve evlilik birliliğine kazandırdığı bir başka avantaj olduğu da görülmektedir. Mehir hakkında yazılacak birçok şey vardır ancak mâlum olduğu üzere köşemiz sınırlıdır.
Kadının, kocası üzerindeki haklarından bir diğeri de nafakadır.

b- Nafaka:
Evlilik esnasında kadının her türlü normal masrafı (yemesi, içmesi, giyimi ve meskeni) kocasına aittir. Evlilikte nafakanın koca üzerine gerekli olması, tıpkı mehirde olduğu gibi “Kur’an”, “Sünnet” ve “İcma” ile sâbit olmuştur. Aynı zamanda aklî olarak da nafaka, alıkonmanın karşılığıdır. Alıkonulanın nafakası, kimin için alıkonulduysa o kimseye aittir. Tıpkı müftü, imam, vali gibi memurların nafakalarının (maaşlarının) beytülmal dediğimiz devlet malından yani vatandaşların malından temin edilmesi gibi. Zira bu şahıslar kendi şahsî ihtiyaçları için değil, vatandaşlar için alıkonulmuşlardır.6 Kadın da, (ileriki sayılarda geleceği üzere) kocasından dolayı dışarı çıkamadığından ve kendini kocası için alıkoyduğundan nafakaya müstahak olmuştur.
Ama kadın “nâşize” olursa nafakaya müstahak olmaz. Kadının “nâşize” olması evlilik hukukuna riayet etmemesi ve kocasının iznini almadan ve Şer-i Şerifin kabul ettiği bir manada gerekçesi olmadan evini terk etmesine denir.7 “Nâşize” olan bir kadının “nâşizeliğinden” dönmediği müddetçe nafaka hakkı yoktur.8 Kadının nafakaya müstahak olması, sahih olan nikâhının devam etmesi veyahut da kocanın, karısını boşaması durumunda kadının iddetini beklemesine kadardır. İddetini bekleyen kadın “nâşize” olmadığı müddetçe nafakası, kendisini boşayan eski kocasına aittir.9 Fasit bir nikâhla evlenen kadın, nafakaya müstahak olamaz.10 Nikâhın nihayete ermesinden sonra ve kadının iddetinin bitiminden sonra kadın, nafakaya müstahak değildir. Yani İslâm’a göre, boşanmış olan bir kadının, ölünceye kadar veya bir başkasıyla evleninceye kadar kendisini boşayan eski kocasından nafaka almaya hakkı yoktur.
Hanefî mezhebine göre İslâm hâkimi tarafından nafaka takdirinin önemi, sadece miktarın belirlenmesi bakımından değil, nafaka borcunun kuvvetli bir borç olması bakımındandadır. Şayet nafaka hâkim tarafından takdir edilmemişse taraflardan birinin ölümüyle, boşanmayla veya “nâşizelik” gibi nafakayı düşürecek herhangi bir durum ile geriye dönük eski nafaka borcu Hanefî mezhebine göre düşer. Şayet evlilik esnasında herhangi bir şer-i gerekçe olmaksızın nafakasını alamayan kadın, İslâm hâkimine başvursa ve hâkim de mahkeme kararıyla nafakayı takdir etse, bu mahkeme kararından sonra nafaka sağlam bir alacak konumuna girmiş olur ve ödenmemesi durumunda yukarıda ifade edilen nafakayı düşürecek herhangi bir durum olsa bile geriye dönük eski nafaka alacaklarını kadının almaya hakkı olur.
Hanımının nafakasını üstlenmesinin lazım olması için kocanın zengin olması gerekmediği gibi, kadının da fakir olması gerekmez. Kadın zengin de olsa nafakası kocasına aittir. Günümüzde evlenecek olan kadının, yeni evine belli başlı şeyleri çeyiz olarak getirmesi her ne kadar örf ve adetlerimizden de olsa, evlilik için kurulacak evin temini, döşenip tefriş edilmesi Hanefî fıkhına göre kocaya aittir.
Nafaka miktarının tespitinde Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin ifadelerine göre karı - kocanın mâlî ve sosyal konumları birlikte dikkate alınır. Sadece kadının veya sadece kocanın durumu değerlendirilmez. Hanefî mezhebinde de fetvanın bu yönde olduğu “Mevsua” adlı eserde naklolunmuştur.11 Bu görüşe göre karı - kocanın her ikisi zengin ise zengin nafakası, her ikisi fakir ise fakir nafakası, şayet biri zengin diğeri fakir ise orta halli bir nafaka takdir edilir, bu takdir etmede de örfe bakılır. Şafiîler ise nafakanın takdirinde sadece kocanın durumuna bakıyorlar. Yani koca zengin ise zengin nafakası, fakir ise fakir nafakası. Bu görüşe göre kadının zengin olması veya fakir olmasının, nafakanın takdirinde herhangi bir tesiri olmuyor. Hanefî Fukahasından “el-Mebsut” sahibi İmam Sarahsî’nin ifadesine göre de: Hanefî mezhebinde Zahiru’r-Rivaye olarak ifade edilen İmam Muhammed’in altı esas kitabında da bu şekilde yani, kocanın haline göre nafaka takdiri olur, diye kaydedilmiştir.12
Yukardaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi Hanefî mezhebinde bu konuda ihtilaf vardır. Ancak Hanefî kitaplarını mütalaa ettiğimizde Hanefî alimlerinin tercih ettiği ve mezhepte fetva olarak kabul ettikleri görüş; Mâlikî ve Hanbelîlerin dediği gibi nafaka konusunda karı - kocanın mâlî ve sosyal konumlarının birlikte değerlendirilmesidir.13
Netice olarak İSAM (İslami Araştırmalar Merkezi)’nin de ifade ettiği gibi kocanın karşılamakla yükümlü olduğu diğer masrafların kapsamı ve seviyesi daha çok örfe ve karı - kocanın sosyal konumuna göre belirlenmektedir.14 Kadının, kocası üzerindeki haklarının bir diğeri de adâlettir.

c- Adâlet:
Şayet kişinin birden fazla hanımı varsa aralarında âdil olması hanımlarının haklarındandır. Bu adaletin gerekliliği gerek âyet-i kerime gerek hadis-i şeriflerle sabit olmuştur. Nisa Sûresinin 3. Âyet-i Kerime’sinin bir kısmında Mevlâ Teâlâ Hazretleri şu şekilde buyurmuştur: Beğendiğiniz (size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın.15 Konumuzla alakalı olmadığı halde bilgilenme, muarız olanlara cevap verebilme ve bizleri şüpheye düşürememeleri için çok evlilik konusunu eleştirenlere Diyanet Vakfının çıkarmış olduğu tefsirde verilen cevabı, siz okuyucularımızla paylaşmayı uygun buldum: “Yaratılıştan gelen kıskançlık duygusuna rağmen âyetin, erkeklere birden fazla kadınla evlenme izni vermesi öteden beri -daha ziyade gayr-i müslimlerce- tenkit ve itiraza konu edilmiştir. Ancak İslâm’ın bu iznini diğer talimatı ve hayatın değişen şartları içinde ele almak gereklidir. İslâm’a göre zina kesin olarak haramdır; şu halde zinaya giden yolları kapatmak gerekir. Erkeğin güçlü ve yeterli, kadının ise zayıf ve isteksiz olması veya doğurgan olmaması halinde, savaş vb. sebeplerle erkeklerin azalması ve kadınların çoğalması gibi durumlarda, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi zaruri olabilir. Böyle durumlarda erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi bir emir değil, bir izindir; ikinci ve üçüncü... eş olacak hanım da buna mecbur değildir. Ayrıca bu izin kayıtsız şartsız olmayıp, adâlet şartına bağlanmış, buna riayet edemeyeceğinden korkanlara bir kadınla yetinmeleri emredilmiştir. Bütün bu kayıtlar ve şartlar bir arada düşünüldüğü zaman İslâm’ın bu izninin, zaman içinde değişen şartlara ayak uydurma bakımından en müsait yol olduğu açıkça anlaşılacaktır.”16
Hanımlarının arasında kocaya vâcip olan adâlet; nafaka, geceleme ve sohbet gibi meydana gelmesi kocanın elinde olan yerlerdedir;17 yoksa kalbin meyli (sevgisi) gibi meydana gelmesi kocanın elinde olmayan yerlerde ise adalet “teklîf-i mâlâ-yutak” dediğimiz takat olunmayan şeyi teklif olacağından buna riayet şart değildir.18 Nitekim Ebu Dâvud’un rivayet etmiş olduğu bir hadis-i şerif’te Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hanımları arasında taksim konusunda âdil olduğu ve şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: Ey Allah’ım, mâlik olduğum taksim budur, mâlik olmadığım ile beni sorumlu tutma.19
Çok evlilik konusunu fiili olarak yaşayan kişilerin bu konudaki adâleti, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar ilim sahibi hoca efendilerle görüşüp istişâre etmelerini tavsiye ediyoruz.

d- Babasını ve diğer mahremlerini, kocasının izni olmadan ziyaret etmesi veya onların ziyarete gelmesi:
Nasip olursa İslâm Hukukuna göre, kocanın, hanımı üzerindeki haklarını yazarken, kadının kocasının izni olmadan evden çıkamayacağı gibi, kocasının izni olmadan da eve birilerini alamayacağını inceleyeceğiz. Ancak, akrabalık bağlarının kesilmemesi için koca izin vermese bile kadın, babasının veya diğer mahremlerinin ziyaretine gidebilir. Lâkin onların yanında gecelemesi kocasının izni olmadan câiz değildir. Hanefî fukahası kaç günde bir, babasının veya mahremlerinin ziyaretine gidebileceği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları babası için haftada bir derken, diğer mahremleri için senede bir demişlerdir. Bazıları da ayda bir olarak ifade etmişlerdir. Ancak kabul olunan görüşün birinci görüş olduğunu kitaplarımızda görürüz.20 Hocalarımızdan bazıları da bunun örfle alakalı olduğunu ifade etmişlerdir.
Kocası izin vermese bile kadının mahremleri, kadının -evine yukarıdaki ihtilaf doğrultusunda- belli zamanlarda gelebilirler. Ancak İmam Ebu Yusuf’tan gelen bir rivayete göre kadının mahremlerinin, kadının yanına gelmelerinde meşakkat yoksa kadının, kocasının izni olmadan onların yanına gitmesi câiz değildir.21 Bu meselelerin değerlendirilmesinde anne-babanın veya diğer mahremlerin seferî mesafede olup olmamalarını da göz ardı etmemek gerekir. Zira kadının, kocasının izni olmadan belli zamanlarda bunların yanlarına gidebilmesi, bunların seferî mesafede olmamalarını ve yol emniyetin bulunmasına bağlıdır. Şayet anne-baba veya diğer mahremler seferî mesafede olurlarsa kadının, kocası olmadan veya mahremsiz olarak onların ziyaretine gitmesi câiz değildir.
Kadının kendi malının tasarrufuna mâlik olması da kadının haklarındandır.

e- Kadının, kendi malındaki hür tasarrufu:
İslâmiyet, insanlığa özel mülk edinme hakkı vermiştir. Ve bu mülk edinilen mallar, kişinin şahsî iradesi olmadan bir başkasının mülkiyetine girmez.22 Dolayısıyla evlilik, kişilerin şahsî mallarına ortaklığı gerektirmez. Evli olan erkek, hanımının malına mâlik olamadığı gibi kadın da kocasının malına mâlik değildir. Bâhusus kadın, kocasının evlilik esnasında elde ettiği mallara, boşanma sebebiyle İslâm hukukuna göre hak sahibi değildir. Aynı şekilde koca da hanımının malından, hanımının izni olmadan velev ki evin ihtiyacı için dahi olsa kullanmaya ve tasarruf etmeye hakkı yoktur. Zira ev için gerekli olan masraflar yukarıda da ifade edildiği gibi kocaya aittir.
Nasip olursa önümüzdeki ayda da kocanın, hanımı üzerindeki haklarını ve aralarındaki müşterek hakları beyan etmeye gayret edeceğiz. Rabbim cümle Ümmet-i Muhammed’e aile saadeti nasip eylesin. Âmin. Selam ve Muhabbetlerimle.


- DİPNOT -
1 - Ahzap Sûresi: 21
2 - El Ahvalü’ş-Şahsiyye, Muhammed Muhyiddin Abdülhamit, s:12
3 - El Mevsuatü’l-Fıkhiyyetü’l-Müyessire, c:2, s:484
4 - Tebyinü’l-Hakaik, Babü’l-Mehr
5 - El İnaye Şerhü’l-Hidaye, Babu Beyi’l-Fasid
6 - İbni Abidin, Mesaili’ş-Şetta
7 - İbni Abidin, Mesaili’ş-Şetta
8 - ed-Dürrü’l-Muhtar, cüz 3
9 - El Ahvalü’ş-Şahsiyye, Muhammed Muhyiddin Abdülhamit, 350
10 - El Ahvalü’ş-Şahsiyye, Muhammed Muhyiddin Abdülhamit, 182
11 - El-mevsua’tül-fıkhiyye’tül-küveyti madde: “id-am”
12 - El-Mebsut (Bab’ul-nafaka)
13 - İbn-i Abidin, Babu’n-Nafaka - el Ahvalü’ş-Şahsiyye, Muhammed Muhyiddin Abdülhamit, 193
14 - İlmihal, İSAM, c:2, s:220
15 - Nisa Sûresi: 3
16 - Bak. Diyanet Vakfı Kur’an-ı Kerim Meali
17 - İbni Abidin, Mesaili’ş-Şetta
18 - İbni Abidin, Mesaili’ş-Şetta
19 - Ebu Davud, Nikâh: 39, No: 2134
20 - İbni Abidin, Mesaili’ş-Şetta
21 - Bak aynı eserin dipnotu
22 - Verasette ise ölüm vuku bulduğundan, dolayısıyla irade kalmadığından bu ibareye nakiz olarak getirilemez.




0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Arşivi