10 Kasım 2008 Pazartesi

İyi ki Varsın Yâ Resûlallah!



Sünnet; Kur’an-ı Kerim’in evrensel plan da Peygamber Efendimiz tarafından yorumlanması demektir. Hayatın, ilâhi irâde doğrultusunda şekillenmesi konusunda sünnet, Kur’an ile birlikte hemen onun yanı başında birinci dereceden bir görev üstlenmiştir.

Bütün mevcûdâtın sahibi ve hâlikı olan Mevlâ’mız, insanı mükemmel ve mükerrem bir varlık olarak yaratmıştır. Ancak böylesine mükemmel olmasına rağmen ilâhi hîtâba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bundan dolayıdır ki insanlığın başlangıcından beri Yüce Allah, onların (insanların) arasından seçtiği elçileri, kendisi ile kulları arasındaki irtibatı kurmak ve ilâhi buyruklarını açıklamakla görevlendirmiştir. Bu Peygamberler hep rahmet olarak gelmişlerdir. Sultan-ül Enbiya Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) ile ilgili Yüce Rabbimiz söyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki, Allah müminlere, kendi içlerinden onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük lütufta bulunmuştur”. (Ali İmran: 164)
Başka bir ayet-i kerimede ise;
“Biz seni bütün âlemler için ancak büyük bir rahmet olarak gönderdik”. (Enbiya: 107)
Bütün peygamberler Allah (Celle Celâlühü)’nün emir ve yasaklarını, onun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirmiş hidâyet elçileridir. Peygamberler bu kutsal görevlerini lâyıkıyla yerine getirmeye çalışmışlardır. Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)de ümmetine, yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak vermiştir. Her Peygamber gibi bizim Peygamberimizin de iki temel görevi vardır: Tebliğ ve Beyan.
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yerine getirmemiş olursun”. (Maide: 67)
“İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatsın diye sana da Kur’an-ı indirdik.” (Nahl: 44)
Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) vahiy yolu ile Allah’tan aldığı Kur’an âyetlerini, görevi gereği insanlara sadece ulaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda onları açıklıyor ve anlatıyordu. Tebliğ ettiklerini açıklamak ve anlatmak onun aslî görevi idi. Hemen ifade edelim ki Peygamberimizin tebliğ görevi evrensel olduğu için açıklamaları da ona uygun bir çerçeve ve nitelikte gerçekleşiyordu. Yani sünnet; Kur’an-ı Kerim’in evrensel plan da Hz. Peygamber tarafından yorumlanması demek oluyordu. Hayatın ilâhi irâde doğrultusunda şekillenmesi konusunda sünnet, Kur’an ile birlikte hemen onun yanı başında birinci dereceden bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Bu keyfiyet hem Kur’an-ı Kerim’de hem de hadîs-i şeriflerde açıkça anlatılmıştır. Şu örnek âyet-i kerimeleri, bunu tespit bakımından bir düşünelim “Şüphesiz sana biat edip söz verenler, ancak Allah’a biat etmiş ve ona söz vermiş olurlar”. (Fetih 48/10)
“Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının”. (Haşr: 7)
“Habibim deki; Allah’ı seviyorsanız bana ittiba ediniz ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”. (Ali İmran: 31)
“Allah’a ve kıyâmet gününe kavuşacağını uman sizler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır”. (Ahzab: 21)
“Allah’a ve Resulüne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları Allah’a ve Resûlü’ne arz ediniz”. (Nisa: 59 )
“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan kabul edip teslim olmadıkları sürece tam mümin olamazlar”. (Nisa: 65)
“Peygamberlerin emrine muhalefet edenler, fitneye, ya da can yakıcı bir azaba uğramaktan korksunlar”. (Nur: 63)
“Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur”. (Nisa: 80)
Sultânü’l-Enbiya Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) de bizzat kendi hadîs-i şeriflerinde bu konuyu hem teyid, hem de tasrih etmiştir. Bu hadîs-i şeriflerden bir kısmını şöylece gözden geçirelim;
“Kim benim sünnetimden yüz çevirir ise benden değildir”. (Buhârî, Nikâh 1, Müslim, Nikâh 5)
“Dinin elden çıkışı sünnetin terki ile başlar. Halat nasıl lif lif kopup parçalanırsa, dinde sünnetin birer birer terki ile ortadan kalkar”. (Dârimî, Mukaddim 16)
“Bütün ümmetim cennete girecektir, yüz çeviren müstesna. ‘Yüzünü çeviren kimdir?’ denilince, “Bana itaat eden cennete girer, bana isyan eden de benden yüz çevirmiş olur”. (Buhârî. İ’tisam 2)
Âdem Aleyhisselam’dan günümüze kadar her devirde hak batıl mücadelesi devam ede gelmiştir. Hiçbir zaman dilimi bu mücadeleden hâli kalmamıştır. İşte bu mücadele cümlesinden olmak üzere Müslüman’ım diyenlerden bir kısmının çok rahat bir tarzda Allah’ın biricik elçisinin hadislerini bir kenara itip “Kur’an’da var mı? Varsa kabul ederim, yoksa kabul etmem” deme cüretini göstermesidir. Tek kelime ile sapıklık olan bu tutumun Kur’an’da bir dayanağı olmadığı gibi, aklen ve vicdânen de doğruluğu mümkün değildir. Yukarıda anlamını zikrettiğimiz bir kısım ayetlerde de çok açık ve net bir şekilde te’kidlerle-yeminlerle ve tehditlerle bu iddianın yanlışlığı beyan edilmiştir. Bütün Müslümanlarca benimsenmiş olan ibâdetleri gözden geçirirsek belki de sadece yüzde biri gibi çok cüz-î bir kısmı Kur’an’da geçmektedir. Peki, yüzde doksan dokuzu ne ile sabittir? El cevap: Peygamber Efendimiz’in sünneti ile. Dinimizin direği ve en kutsal ibâdeti olan namazın vakitlerinin sınırları, bu namazların rekât sayıları, rükû ve sücûdun şekli ve keyfiyeti, kıraatın miktarı ve kriterleri hep sünnetle sabittir. Aslında hem sünneti dışlayıp hem de Kur’ana sarıldığını zannedenler, bizzat Kur’anı dışlamıştır. Çünkü Kur’anın kendisi Resûlüllah’a itaat etmenin, Allah’a itaatin tâ kendisi olduğunu bizzat ifade ediyor ve onun emrinin dışına çıkmayı kesin bir dil ile yasaklayıp elim bir azap ile uyarıyor. Mucizevî bir beyanla Kâinatın Efendisi bu durumu nasıl dile getirdi? “Sizden biriniz koltuğuna yaslanmış olduğu halde benim bir emir veya yasağım kendisine ulaştığında; ‘Biz Allah’ın kitabında bulduğumuza inanırız, başka bir şey bilmeyiz’ dediğini görmeyeyim.” (Ebu Davut, Kitabüs-Sünne, bab 5)
O’dur namaz, oruç, zekât ve haccın uygulamasını bildiren
O’dur bize alış verişin kurallarını talim eden
O’dur bütün insanlara adaleti sevdiren
O’dur beşeriyete, küçüğüne ve büyüğüne nasıl davranacağını gösteren
O’dur insana, eşyaya, dünyaya ve olaylara doğru bakışı temin eden
O’dur anarşiyi söndüren
O’dur ana-babaların yüzünü güldüren
O’dur fakirlerin ve yoksulların umutlarını yeşerten
O’dur bizi behîmîlikten insanlığın zirvesine yükselten
O’dur âlemlere rahmet olan
O’dur gönüllere kandil olan
O’dur ateşten, feryâdı figandan her isteyeni kurtaran.
Milyonlarca salât ve selâm olsun sana, âline ve ashâbına... İyi ki varsın. Ya olmasaydın?..

Ali Ulvi UZUNLARkkkkkkkkpkğğpk

K

0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Arşivi