26 Kasım 2008 Çarşamba

Günahlar ve Sonuçları







Her bir günahın içinde küfre gidecek bir yol vardır. Günah; istiğfar ile hemen yok edilmezse, kalbi kötülüğe sürükler ve Allâh-ü Teâla’nın itaatinden çıkmış bir kalp hâline getirir.


Soru: Günah ne demektir, günah ve isyanın sonuçları nelerdir?
Cevab: Bismillâhirrahmânirrahim.
Allâh-ü Teâlâ’nın yasakladığı bir işi yapmaya günah denmektedir. Allâh-ü Teâlâ’yı tanımaya, kulluğa engel olan, Allâh-ü Teâlâ ile kulun arasına perde olan herşey günahtır. Günahlar, kebâir yani büyük ve sagâir yani küçük olmak üzere iki türlüdür. Genelde Kur’an-ı Kerim veya Sünnetle yasak olduğu belirtilen ve cezasından söz edilen suçlara büyük günah denmiştir. Allâh-ü Teâlâ’yı tanımaya engel olan ve yapılması hâlinde şer’î ceza gerektiren veya Allâh-ü Teâlâ ‘nın cehennem azâbıyla tehdit ettiği günâhlar kebâirdir. Dünyada cezayı, ahirette de azâbı gerektirmeyen küçük suçlar da sagâirdir. Ancak buradaki büyüklük, kendinden küçük olanına yol açma anlamında değildir. Bir günahın büyük veya küçük diye anılması, kul açısından küçüğüne karşı gevşeklik hakkı doğurmamaktadır. Kimi durumlarda küçük günahlarda ısrar etmek de büyük bir günah olarak görülmüştür. Yani devamlı işlendiğinde küçük günâh, küçük olmaktan çıkar. Nitekim Abdullah b. Abbas (radıyllâhü anhümâ)’dan rivâyete göre Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi Vesellem): “Israr etmekle beraber küçük günah kalmaz, yani küçük günahlar ısrarla işlenmeye devam edilirse, onlar da büyük günah olur. Tevbe ve istiğfar etmekle de büyük günah kalmaz, yani affedilir.” buyurdu.1
Küçük de olsa günahlarda ısrar etmek, hakkın aynası olmak için yaratılan, iman yeri olan kalbi karartır. Günah kalbe işleyip onu karartarak iman nurunu oradan çıkarıncaya kadar katılaştırır. Her bir günahın içinde küfre gidecek bir yol vardır. Günah istiğfar tövbe ile hemen yok edilmezse, kalbi kötülüğe sürükler ve Allâh-ü Teâlâ’nın itaatinden çıkmış bir kalp haline getirir. Bu bakımdan: “Günâhın küçüklüğüne-büyüklüğüne bakma, kime karşı suç işlediğine bak!”
Nevvas b. Sem’an el-Ensarî (radıyllâhü anh) diyor ki: Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi Vesellem)’e, iyilik ve günah hakkında sordum. Şöyle buyurdular: “İyilik, ahlâk güzelliğidir. Günah ise, kalbinde gıcık yapan, içini rahatsız eden ve insanların muttali, yani haberdar olmasından hoşlanmadığın, istemediğin şeydir.”2 Vâbisa b. Ma’bed el-Esdî (r.a.) ya, Resûlullah (Sallallâhü Aleyhi Vesellem): “Birr, yani iyilik ve ism, yani günahı sormaya geldin, değil mi? buyurdu. Vâbisa: “Evet” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallâhü Aleyhi Vesellem) parmaklarını bir araya getirdi, onunla göğsüne vurdu ve üç kere: “Ey Vâbisa! Nefsine danış, kalbine danış, buyurdu. Devamla da: Birr, (iyilik) Nefsin sükûnet bulduğu, yatıştığı ve kalbin mutmain olduğu şeydir. İsm, (günah) ise müftî olan insanlar sana fetva verseler bile, nefsinde gıcıklık yapan ve kalbinde tereddüt meydana getiren şeydir.” buyurdu.3 Evet, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi Vesellem)’in, iyilik ve günahı tefsir edişindeki şümûle dikkat etmek gerekir.
Ebu Hureyre (radıyllâhü anh)’den rivayete göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
- Yedi helâk ediciden sakının!
- Onlar nelerdir, Ya Resûlullah!
- Allâh’a şirk koşmak, sihir, Allâh-ü Teâlâ’nın öldürülmesini haram kıldığı bir canı haksız yere, şer’i bir hüküm olmaksızın öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, cihaddan kaçmak ve her şeyden habersiz namuslu mü’min bir kadına zina iftirasında bulunmak.”4
Kısacası: Her bir haram insanı helâka götürür ve ahiretini zararla sonuçlandırır. Şirk, sihir, cana kıymak, fâiz ve yetim malı yemek, cihaddan kaçmak bu günahların en başında gelenleridir. Kurallara uyulduğu müddetçe insanlar felâha ulaşabilir. İnsana zarar veren her şeyden uzak durmak gerekir. Bu yedi maddede sayılanlardan, zarar vermeleri ve helâka sürüklemeleri sebebiyle sakınılmak emredildiği gibi, zarar verme özelliği olan her şeyden kaçınmak gerekir. Sünnetin bir hayat sistemi olduğunu unutmamak gerekir. Özellikle büyük olarak zikredilen günahların bir toplumda yaygınlaşması, o toplumda İslam’ın etki kaybına uğradığını gösterir. En az, farzların yerine getirilmesi kadar haramlardan kaçınılması da Müslümanlık göstergesidir. Hatta haramlardan kaçınmak, farzları yapmaktan daha önemli olup, farzları yapmaktan önce gelir. Önce haramlardan arınmak, haramlardan arınmış bir bünyede farzları eda etmek istenmektedir. Çünkü önce kalp günâhlardan temizlenir, sonra farzları yapmakla süslenir. Günâhlar ve haramlar dînî duyguyu helâk eder, zehirler. Ancak bu zehir, görünürde bal gibidir tatlı gelebilir fakat insanın manevî duygularını öldürür. Bir toplumda haramların işlenmesine karşı bir nevi otokontrol demek olan nehy-i anil-münkerin icrâ edilmemesi, duaların kabul edilmemesinden, âfetlerin çoğalmasına kadar bir yığın musibeti beraberinde getiren bir suç olarak gösterilmiştir. Huzeyfe b. Yeman (radıyllâhü anh)’dan rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi Vesellem) Efendimiz:
“Canımı, gücü ve kudretiyle elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allâh kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allâh’a yalvarıp duâ edersiniz ama, duânız kabul edilmez.”5 buyurdu.
Allâh-ü Teâlâ’nın yasaklarından bir yasağın alenî bir şekilde işlenmesi, oldukça ağır bir erime ve çürüme işaretidir. Haramlara cür’etin artması ve alenîleşmesi, iman zâfiyetinin derinleştiğine delâlettir. Bu nedenle büyük günahları işleyenlere ve küçük günahlarda süreklilik gösterenlere fâsık denmiştir. Müslüman şahsiyet olarak, her günahı kaçınılması gereken bir veba olarak görmek durumundayız. Özellikle medya yoluyla teşhir edilen, kimi zamanlarda da teşvik edilen haramlara karşı Müslümanların Allâh-ü Teâlâ’nın ve Peygamber Efendimizin ikazlarını hatırlatmaları, gerekiyorsa sivil toplum örgütleri yoluyla kötü gidişata, haramların yaygınlaşmasına set olmaları imanlarının gereğidir. Bunu yaparken eliyle gücü yetenin eliyle, diliyle gücü yetenin diliyle, hiçbir şeye gücü yetmeyenin de en azından kalbiyle tepki göstermesini bilmesi gerekmektedir.
Ebû Said el-Hudri (radıyllâhü anh)’den rivayete göre Peygamber Efendimiz: “Sizden her kim bir münker, (Kötülük, çirkin, dine aykırı bir iş) örürse, onu eliyle, fiilen değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle ve kalemiyle değiştirsin, kötülesin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğz etsin, düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın asgarîsi, en zayıf derecesidir.” buyurdu.6
Böyle bir görev fazîlet değildir. Bir îman görevidir. Sorumluluk taşımanın, cemâat ehli ve cennet tâlibi olmanın en tabii sonuçlarındandır. Müslümanların câmilerle ve minarelerle övünürken, câmilere komşu olmaya kadar varan yaygınlığı ile meyhâneleri ve diğer münkerât merkezlerini görmezden gelmeleri, mâkul bir gerekçeyle izah edilemez.
Haramlara karşı sessizliği, çağımızın bize aşıladığı bazı kavramlarla geçiştiremeyiz. Hak, hürriyet ve benzeri şehvetleri delirten parolalar, ilâhî azabtan kurtulmaya yeten deliller değildir. Haramların helallerden daha serbest ve daha cazip hale gelmesi, en iğrenç günahların bile hürriyet ve hak panoları ile gizlenmesi kabullenilemez. Eski ümmetlerin helak süreci olan bir sürece girmiş bulunuyoruz. Dini ve ahireti anlatma mevkiinde olanlar bile sessizliği tercih ederek, bu vahim gidişe dolaylı yolla da olsa destek olmaktadırlar. İslam toplumu bu olamaz. Allâh-ü Teâlâ’nın gazab ettiği ve en ağır azabı uygun gördüğü suçlar sağımızı solumuzu, elimizi ve beynimizi etkisi altına almışken biz, namazla ve hacla gönlümüzü oyalayamayız. Her azan haram, iki hakikati dillendirmiş olur: Birincisi: Allâh-ü Teâlâ’nın hükümlerinden bir hüküm unutulmuş veya görmezden gelinmiştir. Bu bir eksiklik, Müslümanlığımız adına üzüntü kaynağımızdır. İkincisi: Her işlenen haram, Allâh-ü Teâlâ’nın azabına doğru ilerleyen bir insan demektir. Bu bir kayıptır. Ateşe karşı Müslümanların kendilerini, âile efrâdını ve mümin kardeşlerini düşünüp kollamaları, kardeş olmanın en tabii gereklerindendir. Haramlara karşı bilinçli ve tepkili bir mümin olmak istiyoruz. Haramlardan ve harama sessiz kalma haramından Allâh-ü Teâlâ’ya sığınırız.
Günah ve İsyanın Sonuçları:
* İlimden yoksun kalmak: Zira ilim, günahkâra verilmez.
* Rızkın kesilmesi: Günahkârın rızkı harama gider, Allâh-ü Teâlâ’nın bereket ve ihsanı kalkar.
* Kalp ve rûhun bozulması: Fıtrata uygun hâl bozulur, hissizlik, vicdansızlık, korkusuzlukla tövbeden uzaklaşır. İç dünya kararır, kalp paslanır, hayâ duygusu ve ahlâk kalkar.
* İnsanlardan uzaklaşma: Nefsi ve en yakınlarıyla, toplumla yabancılaşan günahkâr, yalnız kalmaya mahkûm olur.
* Her günah iz bırakır: Günahların sonucu vücud, akıl ve diğer organlarda bir kötülük doğurur. Her günah bir başka günaha yol açar.
* Her günah, İslâm dışı gelmiş geçmiş bütün çirkin ulusların mîrâsıdır. Mesela; kibirlenmek Firavun’un; eşcinsellik Lût kavminin mirasıdır.
* Günah ve isyan, Allâh-ü Teâlâ’nın azabının hak olmasına yol açar. Bela ve musibet gelir. Günahın geçmişe, şimdiye ve gelecek kuşaklara zararı dokunur.
* Günahkârlar, meleklerin tövbe ve istiğfarlarından, Peygamber Efendimizin şefaatinden mahrum kalırlar. Günahlar insanların îmânını zayıflatır. Unutulmamalıdır ki her nîmet külfet karşılığıdır. Cennet ve Cemâlullâh’ı isteyenler nefse tatlı gelen günahlara girmemek için birtakım külfet ve zorluklara katlanmak ve Allâh-ü Teâlâ’ya sığınmak zorundadır. Müminler ihsan sırrı ile Rablerine, kendilerini görüyormuş gibi kulluk ederler. Sol omuzlarında günahlarını yazan bir meleğin olduğunun şuuru içinde hareket ederler. Güç yettiğince günahlardan sakınıldığında Allâh-ü Teâlâ küçük günahları affedecektir. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız.”7


DİPNOTLAR
1 - Camiul-ulûm vel-Hikem, 1/179
2 - Müslim, Birr: 14, 15; Tirmizî, Zühd: 52; Darimî, Rikak: 73; Ahmed b. Hanbel, 4/182, 227, 228, 5/251, 252
3 - Darîmî, Buyu: 2.
4 - Buhârî, Vasaya:23; Müslim, İman:145
5 - Tirmizi, Fiten: 9, Ebû Davûd, Melâhim: 16, A. b. Hanbel, 5/388.
6 - Müslim, İman:78, Tirmizi, Fiten:11, Nesei, İman:17
7 - Nisâ sûresi:31

0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Arşivi