25 Kasım 2008 Salı

İslâm'a Göre "SİGORTA CAİZ MİDİR"





Sigorta ilk olarak miladi 14. asırda İtalya’da deniz sigortası adı altında ortaya çıkmıştır. İslam dünyasına çok daha geç intikal etmiştir. Bundan dolayı evvelki âlimlerimizden bu konu hakkında bir nakil bulunmamaktadır. Ancak bu durum, konunun İslam fıkhına göre bir değerlendirilmeye tâbi tutulamayacağı anlamına gelmez. İslam âlimlerinden bu meseleye ilk değinen Hanefi Fukahasından İbni Âbidin hazretleri olmuştur. Hocalarımızla yapılan görüşmede şu sonuca varılmıştır;


1-Ticari sigortanın hiçbir çeşidine cevaz verilmemiştir.
2-SSK ve BAĞKUR gibi devlet sigortalarının ise teâvunî (yardımlaşma) sigorta kısmına dâhil olduğuna kanaat edildiğinden caiz kabul edilmiştir.
igorta kelime olarak güven, emniyet ve garanti anlamı taşımaktadır. Riskin yaygınlaşması karşısında insanların güvende olma arayışının bir neticesidir. İlk olarak miladi 14.asırda İtalya’da deniz sigortası adı altında ortaya çıkmıştır. İslam dünyasına çok daha geç intikal etmiştir. Bundan dolayı evvelki âlimlerimizden bu konu hakkında bir nakil bulunmamaktadır. Ancak bu durum, konunun İslam fıkhına göre bir değerlendirilmeye tâbi tutulamayacağı anlamına gelmez.
Şunu da öncelikle ifade etmek gerekir ki, sigorta işleminde, kaza ve zarar meydana gelmediği durumda ödenen primlerin karşılıksız kalması, kaza ve zarar meydana geldiğinde ise alınan paranın verilen primlerden daha fazla olması klasik akit yapılarına göre bir belirsizlik ve dengesizlik içerdiğinden dolayı bu konu şer’î hüküm açısından ciddi manada tereddütlere ve itirazlara sahne olmuştur.
İslam âlimlerinden bu meseleye ilk değinen Hanefi Fukahasından İbni Âbidin hazretleri olmuştur. İbni Âbidîn “Reddü’l Muhtar” adlı eserinde, Müslüman olmayanların Müslüman tüccarlara sigortalı olarak nakliyecilik yaptığından bahsetmek suretiyle sigortacının, helak olan malı gayri Müslim de olsa ödeme yükümlülüğünün olmadığını beyan etmiş ve buna gerekçe olarak da ‘Böyle bir taşımacılık hukuken ya “emanet” ya da “ariye”(ödünç) veyahut da “icare”(kira) hükmündedir’ demiştir. Dolayısıyla taşıyıcının bir kusuru olmaması şartıyla hukuken her hangi bir ödeme yükümlülüğünün olmadığından bahsetmiş ve bu anlaşma klasik Hanefi içtihatlarına uygun değildir. Ancak düşman ülkesindeki Müslüman tüccarın, sigorta yoluyla ödenen hasar bedelini alması caizdir’ demiştir.
Ulema Sigortayı iki kısma ayırmıştır
Sigortanın şer’i hükmü konusundaki tartışma ve görüş beyanlarına girmeden önce sigortanın, âlimler bazındaki taksimini inceleyelim.
1- Teâvunî (yardımlaşma) dediğimiz karşılıklı üyelik sigortası: Üyelerin ortak katılımıyla gerçekleşen ve içlerinden birisi bir felaketle karşı karşıya kaldığında onun zararını telafi etmeyi amaçlayan bir sigorta sistemidir. İslam hukukunda bu tip sigortanın caizliği hakkında herhangi bir ihtilaf yoktur. Zira İslam hukukunda evveliyatından beri mevcut olan “Âkile” sistemi hatta “Kasâme” sistemi de toplu ödemeleri belli bir kesime yaymış, sorumlulukları paylaştırmıştır.
Maktulün diyetini ödemeyi sadece suçlu üzerinde bırakmayıp onun yakın akrabalarına da ödeme sorumluluğu getiren “Âkile” sistemi Hulefâ-i Râşidîn’den itibaren daha da geliştirilmiş ve giderek belli bir iş ve meslek gurupları arasında ortak bir dayanışma ve yardımlaşmaya dönüşmüştür. “Kasâme” ise faili meçhul bir cinayete uğrayan maktulün diyetinin belli bir usul çerçevesinde belirli bir bölge halkına paylaştırılarak ödetilme sistemidir. İslam’dan önceki dönemde de cari olan bu sistemi İslam, belli bir dayanışmayı hedeflediğinden devam ettirmiştir.
2- Ücretli sigorta: Bu tip sigortada ise, sigortacı, kaza, yangın ve ölüm gibi durumlarda zararı telafi etmeyi üstlenmekte, bunlar meydana gelmediğinde ise herhangi bir ödeme yapmamaktadır. Sigortalı da karşı tarafa periyodik olarak prim adı altında belli bir miktarda ödemeyi üstlenmektedir.
Bu tip sigorta ile yukarıda beyan edilen teâvunî (yardımlaşma) dediğimiz sigorta arasındaki farkı Zühaylî “el’Fıkhül İslâmî ve Edilletühü” adlı eserinde (c:5 s:3416) şu şekilde ifade ediyor; Te’âvunî (yardımlaşma) sigortayı oluşturan ve üzerine alan heyet müstakil olmayıp, herhangi bir kar amacı gütmedikleri gibi, bu sigortanın üyeleri de herhangi bir ticari kâr beklememektedirler. Ancak üyelere gelen zararı hafifletmek için kurulmuş bir sistemdir. Hâlbuki ücretli sigorta sistemi böyle olmayıp, bunu oluşturan ve üzerine alan firma müstakildir, maksadı da kâr etmektir. İslam hukukunun sözleşmeleri, mümkün olduğunca muameleleri belirsizlikten arındırma hedefi güttüğünden, İslam âlimlerinin önemli bir kısmı İslam hukukunun ilke ve amaçlarıyla uyuşmadığı gerekçesiyle bu tür sigortayı caiz görmemektedirler. Azınlıkta olan bazı âlimler ise aksi görüşte olup bunun cevazına hükmetmişlerdir.
Ücretli Sigortanın Caiz olmayışının Sebepleri Nelerdir? Bu tip sigortanın caiz olmadığına varan âlimler (ki bunlar âlimlerin ekseriyetidir) buna delil olarak 4 gerekçe sunmuşlardır.
1-Faiz: Bu tip sigorta faizin her iki nevisini içerir. Zira pirimi veren sigortalı, verdiğinden fazla veya eksik alırsa ribe’l-fadl, (fazla almadan kaynaklanan faiz) verdiği miktarca alırsa hemen almadığından ribe’n nesîe (gecikmeden kaynaklanan faiz) olur.
2-Ğabin: Bu tip sigorta “ğabin” dediğimiz aldanmayı ihtiva eder, zira akit mahalli (hakkında akit yapılan şey) açık değildir. Hâlbuki dinen, akdin sıhhatinin şartlarından biri de akit mahallinin malum olmasıdır.
3-Kumar: Zira bu tip akitte, sigortalı olan kimse, büyük meblağlar beklentisi içinde prim adı altında az bir meblağ vermektedir ki bu da kumara dâhildir.
4-Cehalet: Bunda gerek sigorta yapan kurumun, gerekse sigortalı olan şahsın ne kadar ödeme yapacakları meçhuldür ki hayat sigortasında bu çok açık şekilde gözükmektedir.
Bu tip sigortanın caiz olduğunu söyleyen âlimlerin buna delil olarak sundukları gerekçe ise; Fetâvâyi Zerkâ’nın sahife:403 deki beyanı veçhile İslam hukukunda mevcut olan “MÜVÂLÂT” akdidir. Zira yukarıda beyan olunan gerekçelerin bir kısmı “müvâlât” akdinde de vardır. “Müvâlât” akdi, nesebi meçhul olan kişinin bir başkasına, ‘Sen benim velimsin, ben öldüğümde bana varissin. Ancak ben (diyeti gerektirecek) bir cinayet işlediğimde sen benim ‘akilem’ sin yani diyet borcumu sen vereceksin’, demesidir. Hâlbuki bu akitte yukarıda zikredilen şartların bazısı tahakkuk etmemiştir ve sınırlı olmayan haklar birbirlerine karşılık yapılmıştır. Bununla beraber İslam Fukahası “müvâlât” akdinin cevazı konusunda ittifak etmişlerdir ki bunun neticesi de mirastır.
Ayrıca İslam fıkhında nice alış verişler vardır ki kendisinde “ğararı fahiş” olduğu halde fukahadan birçoğu bunların cevazına hüküm vermiştir. Mesela ‘Ceâle’ dediğimiz ‘kim şu malımı bulursa şu kadar meblağ vereceğim’ diye taahhüt etmesi bu akitlerdendir. Zira kişi o malı aramak ve bulmak için bir masraf yapar. Bu masrafın ne kadar olduğu meçhuldür, bulup bulamayacağı da meçhuldür. Dolayısıyla yapacağı masrafın bedelini alıp alamayacağı da meçhuldür.
Aynı şekilde umumi hamam ücreti de bu kabildendir. Zira hamama giren kimsenin ne kadar su harcayacağı ve ne kadar kalacağı meçhuldür. Bununla beraber İslam hukukuna göre bu akit caizdir. Yedirme ve içirme karşılığı sütanne kiralamak da aynı şekilde bu kabildendir. İslam hukukuna göre bu akit de caizdir.
Yine böylece bu çeşit sigorta işleminin caizliği ile hükmedenler bu işlemi bir alış veriş olarak değerlendirmediklerinden onlara göre burada faiz olayı söz konusu değildir.
Sigorta akdine caiz diyen azınlığın bu delillerine karşı sigorta akdini caiz görmeyen ekseriyetin tabi ki cevapları olmuştur, ancak mesele “Mukaren fıkha” (karşılıklı tartışmalı fıkha) götüreceğinden, bu da meselenin uzamasına sebebiyet vereceğinden dolayı bunlara değinmedik. İki tarafın delilleri hulasa olarak yukarıda beyan edildiği gibidir.
Bu konuyla alâkalı olarak İslam Konferansı Teşkilatına bağlı İslam Fıkhı Akademisi, Mekke’i Mükerreme’de 1976 senesinde toplanarak sigorta meselesini ele alıp inceden inceye tetkik ettikten sonra Mustafa Zerka hariç ittifakla ticari sigortanın bütün çeşitlerinin haram olduğuna dair kanaatlerini beyan etmişlerdir. (el-Mevsûatü’l fıkhiyyetül-müyessere c:1s:50)





0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Arşivi